KARAMAN ADAKÖYÜ

Kutsal Emanetler

Bu sadatlar Allah'ın dostudur, bu sadatların nazarı dağları yerinden kaldırır. Sizin bir dostunuz olsa ondan bir şey isteseniz yapmaz mı. Onlar ne isterse Allah verir. İsteklerini geri çevirmez.

(GAVS-I SANİ HZ)

             

 
HIRKA-İ SAADET
 

Efendimizin Mubarek hırka'sının (Hirka-i Şerif) saklı olduğu altın sandık


Sahabe-i Kiram'ın (r.a.) kılıcları


Peygamber Efendimizin (sav) ayak izi.


Peygamber Efendimizin (s.a.v) Sakal-ı Şerif-i

Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimizin Yayı

Peygamber Efendimizin (s.a.v) Sakal-i Şerif-i
Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimizin Mührü
Peygamber Efendimizin  (sav) kılıcının kabzası.


Altın Hırka-i Saadet sandığı




Gecenin bir vakti Babüssaade’nin büyük demir tokmakları vurulur. Burası Osmanlı’nın idare merkezi Topkapı Sarayı’nın orta kapısıdır ve bu kapıdan içeride padişahla yakın adamları yaşamaktadır. Kapıağası Hasan Ağa, nöbet yerinden kalkar, Babüssaade’nin demir kanatlarını aralar. Kalabalık halde gelenler Arap elbiseli, Arap sîmâlı nûranî şahıslardır. Silah kuşanmışlar, ellerine bayrak almışlardır. Kapının yanında da dört nûranî kimse durmaktadır. Bunların ellerinde de birer sancak vardır. Kapıyı vuran şahsın elinde ise padişahın ak sancağı bulunmaktadır. Rüyasında Hasan Ağa’ya der ki: “Bu gördüğün Resul’ün (sas) ashabıdır. Bizi Resul (sas) gönderip selam etti ve buyurdu ki; ‘Kalkıp gelsin! Haremeyn hizmeti ona verildi. Bu gördüğün dört kimseden bu Ebu Bekr-i Sıddîk, bu Ömerü’l-Faruk, bu Osman-ı Zinnureyn’dir. Seninle konuşan ben ise Ali bin Ebu Talib’im. Var Selim Han’a selam söyle.” Birkaç saat sonra yanına geldiklerinde Hasan Ağa’yı gördüğü rüyanın ağırlığından şaşkın halde bulurlar. Önce hastalandığını sanırlar. Terden sırıksıklam olmuş elbiselerini değiştirirler.

Bu durumun gördüğü rüyanın ağırlığından olduğunu anladıklarında bunu bir iş için oraya gelen padişahın nedimi Hasan Can’a da anlatmasını isterler.



İki Cihan Sultany’nın doğumuna sahne olan mekan


Âlemlere rahmet olarak gönderilen İki Cihan Sultanı (sallallahu aleyhi ve sellem), hicretten elli üç yıl önce rebiülevvel ayının 12. gecesinde, Fil yılında, milâdî 20 Nisan 571 Pazartesi tarihinde Mekke-i Mükerreme’nin Beni Ha?im mahallesinde, dedesi Abdülmuttalib’e ait evde sabaha karşı dünyayı Şereflendirdi.

Bir müddet daha mesken olarak kullanılan bu bahtiyar hâne, Harun Reşid’in annesi tarafından satın alınarak mescide dönüştürüldü. Osmanlılar zamanında yenilenen ve Mevlid-i Nebi diye anılan bu mescidin içinde Rasûlüllah Aleyhissalâtü ve’s-Selâm Efendimiz’in dünyayı şereflendirdikleri yer, bir sanduka ile işaretlenmişti.

Mevlid kandillerinde Mevlid-i Nebi’de ihtişamlı merasimler düzenlenirdi. Son dönemlerde bu mescit yıkılarak yerine kütüphane yapıldı. Yukarıda, pek bilinmeyen siyah-beyaz fotoğrafta Mevlid-i Nebi’nin Osmanlılar zamanındaki kubbeli-minareli hali, yukarıda da günümüzde aynı yerde bulunan kütüphane görülüyor..


Hırka-i Saadet’in daha önceden korunduğu iç mahfaza


(Sultan 3. Murad tarafından yaptırılmıştır.)
Emânât-ı Mübâreke, Osmanlı Sarayı’nda devamlı imtiyazlı bir mevkide bulunduruldu. Hepsi kıymetli kumaşlardan som sırma işlemeli bohçalara sarılıp altından, gümüşten, sedef kakmalı ahşaptan sandıklara konulurdu. Sandıklar padişahın mührüyle mühürlenir, altın/gümüş anahtarları padişah namına silahdar ağada bulunurdu. Padişahlar Rida-i Cenab-ı Peygamberî’nin (Hırka-i Saadet’in) muhafızı olmakla iftihar ederler, gece gündüz tazim ve hürmette kusur etmezlerdi. Sarayda yanıbaşlarında bulundurdukları gibi gittikleri seferlere de beraber götürürlerdi. Her yıl Ramazan ayının on beşinde gerçekleştirilen Hırka-i Saadet ziyareti Osmanlı protokolünün en önemli törenlerindendi.
Peygamber Efendimiz’in (sas) şanlı sancağı, saraydan çıkarılıp sancak alayı ile harbe gönderilirdi. Padişahlar Hırka-i Saadet Dairesi’nde yaşadıkları gibi vefatları vukuunda cenazeleri de burada yıkanıp kefenlenirdi.
İki Cihan Sultanı (sas), çeşitli devlet büyükleriyle birlikte Bizans İmparatoru Herakliyus’a da bir elçi ile İslam’a davet mektubu göndermişti. Herakliyus, gerçeği bildiği halde adamlarının kendisine inanmayacağından ve saltanatı kaybedebileceğinden korktuğu için iman etmedi. Fakat Resulullah’ın (sas) mektubunu altın bir mahfazanın içine yerleştirip sakladı. Peygamber Efendimiz (sas) Herakliyus’un inanmamakla kendisine yazık ettiğini söyleyip, mektubunu muhafaza ettikleri müddetçe evlatlarının saltanatının devam edeceğini bildirmişti. Tarihçiler hicretten 7 asır sonra bile aynı ailenin bu mektuba gösterdikleri saygı sebebiyle saltanatta bulunduklarını kaydeder. Ecdadımız da Allah’ın Habibi’nin (sas) izinde, gül kokusunu taşıyan hatıralarının gölgesinde iken rahmet-i ilahiyyenin rüzgarından istifade edecekleri itikadında idiler. .


Hazreti Fatıma’nın (ra) Sandığı


İngilizler, emanetler konusunu Lozan’da masaya getirmek istediler. Filizlenmekte olan yeni Türk devleti böyle bir konuyu hiçbir şekilde tartışmaya açmadı. Mukaddes Emanetlerin, milletimize tevdi edilmiş bir vedia olarak muhafazasına devam edildi. 1960’lı yıllarda bir kısmı Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağlı olarak ziyaretçilere açıldı. Birçoğu ise eskiden olduğu gibi kıymetli muhafazaları içinde kamuoyundan gizli kaldı. Mukaddes Emanetler ilk kez bir kitap ile günyüzüne çıkıyor. Topkapı Sarayı müdür yardımcılarından Hilmi Aydın tarafından yazılan ve Işık Yayınları’nca basılan “Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler” isimli kitap Mukaddes Emanetler’i arkalarındaki Asr-ı Saadet’e kadar ulaşan hikayeleriyle birlikte anlatıyor. Hazırlanışında araştırmacı Ahmet Doğru’nun da önemli katkısı olduğu belirtilen eserde emanetlerin birçoğunun ilk kez çekilmiş fotoğraları da yer alıyor.


Muaz bin Cebel’in (ra) kılıcı


97 cm uzunluğundadır. Kabza namlu kuyruğunun iki tarafından perçinlenmiş, siyah boynuzdan iki levha halindedir. Dilimli bir tepeliği vardır. Balçağı çeliktendir. Taban yassılaştırılmış oval kesitlidir. Kını ağaç üzerine siyah deri kaplıdır


HIRKA-İ SAADET DAİRESİ


Hırka-i Saadet Dairesi, Fatih döneminde padişahın özel dairesi (Has Oda) olarak inşa edilmiştir. Padişahlar burada ikamet ederler, devlet işlerinin bir kısmını ve ibadetlerini yerine getirirlerdi. Yanı başlarında ise Cenab-ı Peygamber’in (sas) hâtıraları durur, yakın zamana kadar 24 saat Kur’an-ı Kerim bu bölümde okunurdu.


Hırka-i Saadet


(Resimde: Hırka-i Saadet’in içerisinde korunduğu iç mahfaza ve bohçalar)

124 cm boyunda, siyah yünlü kumaştan hırkanın içi daha kaba şekilde dokunmuş krem renk yünlü kumaşla kaplanmıştır. Yer yer yıpranmış durumdadır. Resulullah (sas) tarafından Züheyr oğlu Ka’b’a verilen hırkadır.
Hırka-i Saadet Dairesi, adını Peygamber Efendimiz’in (sas) şair Ka’b bin Züheyr’e huzur-ı saadetlerinde Müslüman olduğunda hediye ettiği hırkadan alıyor. Arapların meşhur şairlerinden olan Ka’b, İslamiyet aleyhindeki şiirlerinden ve sözlerinden dolayı Peygaberimiz’in (sas) nerede görülürse öldürülmesi emrine muhatap oldu. Daha önce Müslüman olan kardeşinin ikazı üzerine, hakkındaki ölüm emrine aldırmadan Medine’ye geldi, Mescid-i Nebevi’ye girdi. Peygamber Efendimiz’e Müslüman olan bir kimsenin geçmiş hatalarının bağışlanıp bağışlanmayacağını sordu. Müspet cevap alınca “Bu, Ka’b olsa da mı?” diye ilave etti. Allah Resûlü bu soruya da olumlu cevap verdi. Ka’b (ra) kimliğini açıklayıp Kaside-i Bürde ismiyle tarihe geçen eserini okumaya başladı. “Muhammed Aleyhisselâm kınından çıkmış bir kılıçtır / Cihan onun nurundan feyz alır” mısraına gelince Efendimiz (sas) sırtındaki hırkasını çıkardı, şairin sırtına bıraktı. Ka’b, Hazreti Peygamber’in (sas) gül kokusunu taşıyan bu hırkayı ömrü boyunca muhafaza etti, çok yüksek fiyat teklif edilmesine rağmen bir ipliğini feda etmedi. Muaviye tarafından varislerinden alınıp halifelere geçen hırka, Yavuz’la birlikte İstanbul’a geldi.


Sancak-ı Şerif


(Hz. Peygamber’in yâdigârı Ukab isimli siyah sancak zamanla yıpranıp adeta toz haline geldiği için, yeşil atlastan torba içinde muhafaza ediliyor.)

Peygamber Efendimiz’in (sas) zamanında yapılan harplerde ashaptan her birlik ayrı bir sancak taşırdı. Bizzat Peygamber Efendimiz’e (a.s) mahsus olan Sancak-ı Şerif ise Ukab ismini taşır. Hazreti Aişe’ye ait siyah yünlü bir kumaştan yapılmıştır. Sancak-ı Şerif, Cenab-ı Peygamber’in (sas) âlem-i cemâli teşriflerinden sonra sıra ile dört halifenin emanetinde olarak harplerde ordunun önünde taşındı. Daha sonra da Emevi ve Abbasi halifelerine intikal etti. Bağdat’ın Moğollar tarafından işgali üzerine Mısır’a kaçan Abbasi halifesi, Sancak-ı Şerif’i de diğer emanetler ile birlikte Mısır’a götürdü. Mısır’ın Yavuz Sultan Selim Han Cennetmekân tarafından alınması üzerine Osmanlılara geçti. Ukab, zamanla yıpranıp adeta toz haline geldiği için Osmanlılar yeşil atlastan yenisini diktirip üzerine aslından parçalar eklediler. Harpler sırasında Sancak-ı Şerif, Sancak Alayı denilen bir törenle saraydan çıkarılır, orduyla birlikte sefere giderdi. Bu sırada seyyidlerden oluşan bir cemaat tarafından yanı başında gece gündüz Fetih Sûresi okunurdu.


Mühr-i Saadet


Hz. Muhammed (sas) yabancı devlet reislerine İslam’a davet mektupları yazdırırken taşı akikten, halkası gümüşten yüzük şeklinde bir mühür yaptırmıştı. Bu mühür sıra ile Hz. Ebubekir’e, Hz. Ömer’e ve Hz. Osman’a geçmiş, ancak Hz. Osman tarafından Eris isimli kuyuya düşürülmüş ve günlerce aranmasına rağmen bulunamamıştır. Tarihçiler bu mührün kaybolmasından sonra Müslümanlar arasındaki birliğin bozulduğuna, devam edip gelen fitnelerin o zaman ortaya çıktığına dikkat çekerler. Hz. Osman bunun üzerine aynı yazıyı taşıyan başka bir mühür yaptırarak kullanmıştır. Mukaddes Emânetler arasında bulunan ve Bağdat’ta ele geçirilerek İstanbul’a getirilen mührün bu mühür olduğu tahmin edilmektedir. 1 cm. uzunluğunda olup, kırmızı akik taşından yapılmıştır. Üzerinde kûfî hatla “Muhammed Resulullah” yazan bu mühür hakkedilmiştir


Hz. Musa’nın (as) âsâsı



Name-i Saadet


Hicret’in altıncı yılında Peygamber Efendimiz (sas) yabancı devlet reislerine mektuplar göndererek onları İslâm’a davet etti. Deri üzerine yazılan bu mektuplardan birkaçı Hırka-i Saadet Dairesi’ndedir. Mektupların alt kısmında Resûllullah aleyhisselâm’ın mührü bulunur. Emanetler arasında bu mektuplarla birlikte Kur’an-ı Kerim’den bazı kısa sûrelerin vahiy kâtipleri tarafından yazılmış ilk nüshaları da vardır.


Nalın-ı Saadet


Rasûlullah’ın (sas) arş üzre basan mübarek ayaklarına değmekle şereflenmiş sandalet tarzı ayakkabılardır. Taban kısımları, birkaç kat tabaklanmış deri ya da köselenin dikilmesiyle oluşur. Ayağı bilekten ve üstünden kuşatan kayışların yanı sıra biri baş parmakla yanındaki parmak, diğeri de orta parmakla onun yanındaki parmak arasından geçen iki tane bandın bulunması en bariz özellikleridir. Nalın-ı Saadetlerin resminin bile berekete sebep olacağına inanılır, evlere, işyerlerine asılırdı. Hırka-i Saadet Dairesi’nde Nalın-ı Saadetlerle birlikte bunların ****l ve ahşaptan modelleri de bulunmaktadır. (Küçük resim: Na’l-i Saadet Mahfazası)




Sakal-ı Şerif




Cenab-ı Peygamber Aleyhisselâm traş olduğu zaman saç ve sakal telleri ashab tarafından toplanır, hatıra olarak saklanırdı. Veda Haccı’nda traş olurken de Resûlullah’ın (sas) saç telleri çevresindeki ashabı tarafından kapışılmıştı. Bunlardan biri de alnına düşen saçları almak için Allah Resûlü’ne (sas) rica eden Halid bin Velid’di. Halid bin Velid, bu saç tellerini ölünceye kadar sarığının arasında taşıdı. Yemame Savaşı devam ederken başından sarığı düştü. Hazreti Halid, yere düşen sarığını almak için canını düşünmeden düşmanlar arasına daldı. Etrafındakiler bu hali garipseyerek ikaz ettiklerinde “Ben bunu başlığımın kıymetinden dolayı yapmıyorum. Fakat onun içinde Peygamber Aleyhisselâm’ın saçı bulunduğu için müşriklerin eline düşmesini istemiyorum. Ben onu hangi tarafa yönelttimse orası fetholundu.” dedi.

Bugün birçok tarihi camide, hatta aileler, şahıslar elinde Sakal-ı Şerif bulunmaktadır. Hırka-i Saadet Dairesi’nde de ellinin üzerinde Sakal-ı Şerif vardı. Cam mahfazalardaki Sakal-ı Şerifler kırk kat bohçaya sarılarak saklanır. Mübarek gün ve gecelerde salâvat-ı şerifeler okunarak ziyarete açılır, gönüllerdeki Peygamber (sas) sevgisi tazelenir, dünya gözüyle görmeden kendisine iman edenler bir nebze olsun hasret giderirler.



Hz. İbrahim’in (as) tenceresi




Hazreti İbrahim’e nispet edilen tencere, silindir bir kutu içerisinde olup kutunun üzerindeki etikette “Padişahımız Sultan Mehmet Hazretleri huzur-ı hümayunlarında Hasodabaşı Mustafa Ağa Kethüda’ya teslim eylediği İbrahim’in mermer kazganlarının mahfazasıdır. Sene 1058” yazılıdır. Tencere, genellikle Suriye Bölgesi’nde bulunan silisli (kumlu) granitten oyularak imal edilmiştir.


Nakş-ı Kadem-i Peygamberi


İlk dönem İslâm kaynaklarında bu konuda yazılı bir bilgi olmamasına rağmen Allah Rasûlü’nün (sas) bir mucize olarak bazı defalar sert zemine bastığında ayak izinin çıktığına inanılmakta, birçok yerde bulunan Kadem-i Şerif izleri buna delil gösterilmektedir. Topkapı Sarayı Mukaddes Emânetler Dairesi’nde taşlar üzerine çıkmış altı adet Kadem-i Şerif nakşı muhafaza edilmektedir. Bunların yanı sıra gümüş, tahta ve mukavva üzerine çizili birçok Kadem-i Şerif resmi de mevcuttur. Sultan I. Ahmed, Hazreti Peygamber’in (sas) ayak izi şeklinde altından bir sorguç yaptırmış, bunu mübarek günlerde ve törenlerde başında taşımıştır



Kadeh-i Şerif




Hazreti Peygamber (sas) bir gün Medine’de bir yerden dönerken Benî Sâide Sofası denilen mevkide ashabı ile istirahat etmek için oturmuştu. Bu sırada Sehl ibn Sa’d’a dönerek “Ya Sehl, bizleri bir sulasan” buyurdular. Resulullah’ın (sas) vefatında 15 yaşlarında bir delikanlı olan, Hicri 91 yılında 96 yaşında vefat ettiğinde “Medine’de en son vefat eden sahabi” unvanını alan Sehl, o gün su ikram ettiği ağaçtan mamul kadehi hatıra olarak saklamıştı. Yıllar sonra, bir topluluğun içinde bu kadehi göstererek su ikram ettiğinde kadeh, orada

bulunan Ömer bin Abdülaziz tarafından istendi. Sehl de kadehi ona hediye etti. Kadeh-i Şerif’in dışı muhafaza gayesiyle gümüşle kaplanmıştır


Gasl-i Nebevî Suyu


Peygamber’imizin (sas) gasil suyunun muhafaza edildiği yeşil şişe zamanın tahribatına dayanamamış, günümüze ancak kırık parçası ulaşmıştır.


Hz. Yahya’nın (as) kol kemiği ve mahfazası




Kâbe’nin anahtarı




Sultan 4. Murad tarafından manevi işaret üzerine Bağdat seferine götürülen Kâbe anahtarı ve kesesi.



Kamîs-i Seyyidü’ş-Şühedâ




Hazreti Hüseyin’e ait olduğu belirtilen cübbe, 130 cm boyundadır. Pikeye benzer kumaştandır. Kısa kolludur. Yalnız ön ve etekleri beyaz astarlıdır. Önden ilikli ve yuvarlak düğmelidir.



Hücre-i Saadet’e takdim edilen buğday




Medine’nin eski âdetlerinden biri de borcu olanların Hazreti Muhammed’in (sas) kabrinin bulunduğu Hücre-i Saadet’e buğday takdim ederek O’nun (sas) ruhaniyetinden yardım istemeleri idi. Borçlular, her yıl zilkade ayının 17. gecesi, borçları miktarınca buğdayı beyaz bir kese içerisine koyarak Ravza-i Mutahhara’ya getirir, Hücre-i Saadet’e takdim edilmesi için görevlilere verirdi. Biriken buğdayları Harem-i Şerif ağaları alıp ekmek yapar ve bazı kimselere hediye ederlerdi. O gün şehirde bayram havası eserdi.


Hırka


Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra)’e atfolunan hırka parçası. Üzerinde kana benzer lekeler bulunmaktadır.



Hazreti Davud’un (as) kılıcı




Mukaddes Emanetler Dairesi’nde Hazreti Yusuf’un (as) sarığı, Hazreti Musa’nın (as) asası, Hazreti İbrahim’in (as) tenceresi gibi geçmiş peygamberle ait hatıralar da bulunmaktadır. Bunlardan biri de Davud Aleyhisselâm’ın kılıcıdır. Son derece kaliteli bir çelikten yapılan kılıcın üzerinde Davud Aleyhisselâm’ın Calut’un kafasını kesmesi ve Yusuf Aleyhisselâm’ın taht üzerine oturması resmedilmiştir. Yanında bulunan ve Yavuz Sultan Selim’in Mısır’a girmesinden önce hazırlanan kitabede ise kılıcın hikayesi anlatılmakta, şifreli olarak bu kılıcın Mısır’ı fethedecek Yavuz’a ulaşacağı, saltanatları müddetince onların elinde kalacağı, daha sonra bir karmaşalığın zuhur edeceği ve nihayet kılıcın Hazreti İsa’ya (as) ve Mehdi Aleyhisselâm’a ulaşacağı anlatılmaktadır. Kitabe: Hazreti Davud’un (as) kılıcına ait bakır kitabe


Hz. Yusuf’un (as) amâmesi/sarığı


Peygamber Efendimiz’den ve ashabdan yadigâr olan Süyûf-ı Mübareke, Mukaddes Emânetler içinde önemli bir grubu teşkil eder. Tabanları çelik olan kılıçların üzerlerine daha sonraki dönemlerde kıymetli madenler ve taşlarla işlemeler yapılmış, her bir yanı zamanla birer sanat şaheseri haline getirilmiştir. Osmanlı padişahları tahta geçtikten sonra Eyüp Sultan Türbesi’nde merasimle bu kılıçlardan birini kuşanırlardı. Kılıç alayı, Batılı yazarlarca kralların taç giyme törenlerine benzetilmiştir.


Hazreti Peygamber’in (sas) kabir toprağı


Birinci Dünya Savaşı’nda Medine’nin teslimi söz konusu olunca şanlı Medine Müdafii Fahreddin Paşa, Mescid-i Nebevi’de bulunan bir kısım emanetler ile, yüzyıllar boyunca hükümdarlar tarafından buraya vakfedilen ve Resûlullah’ın (sas) komşuluğunu yapan kıymetli eşyaları zayi olmaması için trene yükledi ve İstanbul’a gönderdi. İhtiyat mülazımlarından İdris Sabih Bey’in Medine Müdafaası sırasında Hazreti Peygamberimiz’e (sas) hitaben yazıp, Fahreddin Paşa’ya ithaf ettiği şiir, o günlerde yaşanan duygular kadar Emanât-ı Mübâreke’yi muhafaza edenlerin gönül dünyasını yansıtması bakımından da kayda değer özellikler taşımaktadır.


Hz. Fatıma’nın (r. anhâ) hırkası


Yeşil atlas üzerine sarı sırma ile kelime-i tevhid ve çehar yâr-ı güzînin isimleri işli bohça içinde muhafaza edilen hırka, deve tüyü renginde yünlü kumaştan ve geniş kolludur. Model olarak bol ve düz bir feraceyi andırmaktadır. Birçok yerleri erimiş, harap haldeki hırkanın içinin bazı kısımlarında mavi astar, göğüs kısmında ise örme düğmeler vardır. “Kırım Hanı sülalesinden Fatıma Sultan’ın terekesinden zuhur edip Hazine-i Hümâyûn’a gelen eşya” ile birlikte Topkapı Sarayı’na gelmiştir.


Yavuz Sultan Selim’in Sancağı



Zaten Yavuz Sultan Selim de sabahtan beri Hasan Can’ı gördüğü rüyayı anlatması için sıkıştırmaktadır. Hasan Can, padişahın yanına döner; “Sultanım” der, “Sabahtan beri sorduğunuz rüyayı bu Hasan değil, bir başka Hasan, Kapı Ağası Hasan kulunuz görmüş!” der.

Rüyayı dinledikçe Yavuz’un gözleri yaşarır, yüzü kızarır. “Biz dememiş miydik ecdadımız memur olmadıkça bir yere sefer etmezlerdi diye. Onların her biri evliyalıktan nasipdar idi. Biz onlara benzemedik!” der.

Bu hadiseden sonra hazırlıklar tamamlanır, Mısır seferine çıkılır. Artık Mısır ve Hicaz Osmanlı padişahlarının idaresindedir. Bunun ilk tescili de 20 Şubat 1517 Cuma günü gerçekleşir. Kahire’deki Melik Müeyyed Camii’nde hutbe Yavuz Sultan Selim adına okunur. Hatib, hutbede yeni halifenin adını söylerken o zamana kadar âdet olduğu üzere “Hâkimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn” sıfatını kullandığında Yavuz seslenerek “Hadimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn” demesini ister. Yani Mekke ve Medine’nin hakimi değil hadimi, hizmetçisi olarak görmektedir kendini.
Sefer dönüşü halkın tezahüratından kaçındığı için Üsküdar’dan bindiği bir kayıkla gece yarısı gizlice sarayına giren Yavuz Sultan Selim, beraberinde Peygamber Efendimiz’e ve mukaddes mekanlara ait bir kısım emanetleri de getirir. Topkapı Sarayı’nda kendi yaşadığı ve Has Oda denilen taht odasına, başucuna yerleştirir. Kendisiyle birlikte yaşayan en yakın kırk adamını muhafazasına tayin eder. Has Odalılar devlet ve padişah hizmetlerinin yanı sıra Hırka-i Saadet’i muhafaza edecekler, gereken hürmeti gösterecekler, yirmi dört saat yanında Kur’an-ı Kerim okuyup nöbet tutacaklardır. Beş asırlık bu nöbet halen devam ediyor.

Günümüzde Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi’nde bulunan emanetlerin hepsi Yavuz Sultan Selim’le birlikte gelmiş değil. Sahabilerin Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz’den hatıra olarak saklayıp rahmet-i ilahîye vesile bildikleri emanetler kendilerinden sonra nesilden nesile taşınmıştı. Ailelerin ve resmi kurumların elindeki bu emanetlerin önemli kısmı zaman içinde padişahlar nezdinde toplandı. Kâbe ve Peygamber Efendimiz’in (sas) kabrinin tamirinden çıkan parçalar ile geçmiş peygamberlere, Sahabilere ve İslâm büyüklerine ait hatıraların da ilavesiyle 20’inci asra gelindiğinde Topkapı Sarayı’nda maddi ve manevi açıdan değer biçilemeyecek bir hazine meydana gelmişti


 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol