***..."Gönül" Ol...***
Hz. Mevlana “Mesnevi”sinde şöyle diyor:
“Müminlerin müminliklerinin belirtisi gönüllerinin kırıklığı ve mağlubiyettir
alt oluştur.
Fakat müminlerin alt oluşlarında bile bir güzellik vardır.
Sen miski ve anberi (güzel kokular) kıracak olursan dünyayı onların güzel kokuları ile doldurmuş olursun.”
Mağlubiyetimi zaferlerin en güzeli belledim. Bildim ki lginin getirdiği acı
kalbimi saran katılıkları kıracak ve onun içindeki gönül ortaya çıkacaktır. (Gönül
sevgiyi içinde taşıyan kalp demektir.) Ne güzel
bir gönüle sahip olmanın mutluluğunu yaşayacağım. Yenilgime bakıp bana acıyanlar
bilmiyorlar ki
asıl acınması gereken kendileridir.
Kokuların en güzeli gönül kokusudur; çünkü o koku Rabbin kokusudur. O kokuyu mükellef sofralarda
son model araçlarda
villalarda
yalılarda bulamazsınız. O koku
kırık gönüllerde
mağlup ruhlarda bulunur.
O kokunun izini sürmek için nice canlar düştü yollara. Kimileri çölleri mekan edindi kimileri de dağları
ovaları.
O koku kimi zaman bir çöl rüzgarına binerek geldi
kimi de mağaralardan fışkırdı vadilere.
O kokuyu duyanlardan bazıları misk geyiği gibi
kendini uçurumdan aşağı bıraktı. Yıllar yılı mağaralarda alnı secdelere çakıldı
kimilerinin de.
Evime geliyorum belki duyarım o kokuyu diye. Evinin bir köşesinde o kokudan bir kitle bulunuyorsa
ne mutlu sana. “Mutluluk” diyordun
işte mutluluğun sırrı bu kokudur.
Bu koku diriltici kokudur; bu koku var edici kokudur.
Kır kibir bardağını çal yere umutsuzluk testini. Katran yürekli insanlardan uzak dur. Yenilgini önemse. Göreceksin ki
gönül miskin çevreyi tutacak
nice canlar o kokuyla dirilecek.
Oysa kokularımız diriltici değil
bilakis öldürücü. “Zafer”imizi kutlamak için bize yanaşanlar
zift dolu yürekliğimizin iğrenç kokularına maruz kalıyorlar.
Mağlubiyetimize yanaşan yok. Dost mağlubiyetin doğurduğu çocuktur. Düştüğün zaman kalbine eğil
orda dostun kokusunu duyacaksın..
Ey varlık hapsinde etrafını altınlarla
gümüşlerle donatmaya çalışan kalp. Sonra sen nasıl kırılacak ve “gönül” olacaksın.
Kimi zirveye tırmanınca mutlu olur kimi de kuyuya düşünce. Nemrut
“tanrı”yı vurmak için göklere yükselmiş ve “ululuğunu” ilan etmişti. Yusuf ise kuyuda ermişti sonsuzluğun sırrına. Nemrut
bir topal sineğe rezil olmuştu
Yusuf ise Mısır’a sultan. Biri
kırılmayan
taş kalbe düşmüştü; öbürü kırık kalbinin derinliklerinde manalar devşirmişti. Birinin kokusu “Nemrut” diye kokuyordu
diğerinin kokusunu sabah rüzgarı
“Yusuf Yusuf” diye bütün aleme dağıtıyordu.
Ey gönül sen hiç kuyuya düşmemişsen
sana “Yusuf” nasıl diyeyim?
Ey gönül sen hiç secdede miraca vasıl olmamışsan
sana Ahmed’in kokusu nasıl ulaşsın?
Ey gönül sana sıra sıra çarmıhlar dizilmemişse
İsa nefesinin diriltici kokusunu doya doya içine çekebilir misin?
Ey gönül başın yere düşmemişse
Hüseyni zaferler seni nasıl selamlasın?
Ey gönül senden önceki kırık gönüllerin şifresini çözememişsen
cennet kokularını nasıl duyarsın?
Ey gönül sana deli desinler
divane
mecnun desinler; sana mağlup desinler
lginin zillet içindeki çocuğu desinler. Fakat ey gönül
sana
zaferin sarhoşu demesinler. Sana
“kalbini kıramadı” demesinler.
Ey gönül haydi lgini mübarek kıl. Kır kalbini ve “gönül” ol. Kokular devşir cennetten; hatta daha ötelerden.
Ey gönül “GÖNÜL” ol!...